Ana içeriğe atla

Ağustos böceğinin alnına sürülen kara leke

Nazan Bekiroğlu'nun Yusuf İle Züleyha adlı kitabını okurken yazarın, Yusuf peygamberin olayını çok değişik yönlerden ele aldığını görünce bayağı bi şaşırmıştım. Bilmeyenler için kısaca özetlemem gerekirse kardeşleri Yusuf peygamberi kuyuya atarlar ve eve dönünce babaları İbrahim peygambere Yusuf'u kurdun yediğini söylerler. Buraya kadar her şey doğalmış gibi görünüyor ama birisi için durum pekte doğal sayılmaz. Bu kişi iftira atılan kurdun ta kendisi. Kurdun bu olay karşısındaki düşüncelerini ve feryadını kitaptan aynen aktarıyorum.
Nasıl herkese duyuruyum da sesimi diyeyim: Bu anlattığınız ben değilim. ben bu anlattığınız değilim. Yusuf'u ben nasıl yerim? Ben Yusuf'u nasıl yerim? Sözünün bu kısmına gelince kurt, nemli gözlerinden boncuk gibi yaşlar dökülmeye başladı. Gri tüylerle kaplı göğsü, ön ayakları ıslandı. Bir ah çekti derinden derine. Islak burnu daha ıslandı. Ve devam etti: Ben şimdi adımı nasıl temize çıkarayım, alnıma sürülen bu kapkara lekeyi neyle, nasıl yıkayayım? Öyle bir leke ki değil bana, yeter kıyametin kopacağı güne değin gelip geçecek tüm torunlarıma. Tek muradım. bütün yaratılmışların sahibi olan Tanrım, bu ayıpla yaşatamazsın beni. Ya alsın yeni doğmuş bütün kurt yavrularıyla birlikte canımı, kurt neslinin dalı yaprağı burada kesilsin ya da adım temize çıksın.
Ben ve biz buna benzer bir olay daha biliyoruz. Çocukluğumuzdan beri bize anlatılan ve yutturulan bir yalandan bahsediyorum. Hakkında durduk yere iftira atılan, yalan yanlış bilgiler verilen birisinden bahsediyorum. Lafonten 'in biz çocuklara yutturduğu ve hala yutturmaya devam ettiği bir masaldan bahsediyorum. Tahmin etmişsinizdir. Karınca ile Ağustos Böceği Ağustos böceğinin tembel, yarınını düşünmeyen, gününü gün eden, elinde sazı habire şarkı söyleyip dans eden birisi, karıncayı ise çalışkan birisi olarak anlattılar bize. İşin kötü tarafı kış geldiği zaman Ağustos böceğini zavallı , dilenci durumuna düşürürler. Bir lokma ekmek için namerde muhtaç ederler. :) Arkadaş ben bu haksızlığa isyan ediyorum ve kim aksini ispat edebilir Ağustos böceklerinin yaz aylarında bizi rahatsız eden o cırcır sesleriyle belkide kendilerine yapılan bu haksızlığı haykırmadıklarını.... Hikayeyi değiştirmeye karar verdim. KARINCA İLE AĞUSTOS BÖCEĞİ V.2.0 --------------------------------------------- K : Karınca KK : Karıncanın Karısı AB : Ağustos Böceği --------------------------------------------- KK: Bey bu AB hala akıllanmaz mı? Bu güzelim yaz ayını şarkı söyleyip dans ederek geçiriyor. Kış gelince yine gelip kapımıza dayanacak. K: Hanım boşver aldırma. Dedemin anlattığına göre laftan anlamıyormuş bunlar. Kış geldiğinde aklı başına gelir. KK:Gidip bi konuşsan. Belki dedeleri kadar vurdumduymaz değildir. Anlar. K:Tamam. birazdan gidip konuşurum. ----- K:Sevgili AB kardeş. AB: Buyur karınca kardeş. K:Kusura bakma keyfini bozdum ama biliyorsunki şu an ağustos ayındayız hava güzel, etraf yiyecek dolu. Ben sana eğlenme, saz çalma demiyorum ama biraz da kışı geçirebilecek kadar bir yerlere yemek depo etsen. Kışın bizim kapımıza gelmesen. AB: Kışın neden sizin kapınıza gelecekmişim ki? K: Malum. Kışın yiyecek bulamazsın. Bir yerlere yiyecek de stoklamadığına göre...Biliyorsun dedelerin her kış gelip bizden yiyecek isterlermiş. AB: Ya nerden uyduruyon bunları allah aşkına. Şu ana kadar kaç ağustos böceği kışın gelip senden yemek istedi? K: Şeeeeeyyyyyyy..... Ben hiç görmedim ama dedelerim anlatıyorlardı. AB: Senin dedelerin o hikayeleri bi taraflarından uyduruyorlardı. Benim hiçbir dedem gelip sizden yemek istemedi ve istemezde.. Düşün bir kere. Ben ne böceğiyim. K: Ağustos böceğisin. AB: Bi daha söyle K: Ağustos AB: Neden eylül, ekim , ocak değilde ağustos böceği olduğumu hiç düşündün mü? K: Hayır AB: Çünkü ben dünyaya ağustos ayının başında gelir ve ağustos ayının sonunda giderim. Ben kış nedir bilmem. 17 sene toprak altında koza olarak kalırım ve bir ağustos sabahı dünyaya gelir, yer, içer, ürer , eğlenir ve ağustos ayının sonunda da hakkın rahmetine kavuşurum. Senin gibi kış mevsimini geçirmek zorunda değilim. Bunu o kalın kafana sok tamam mı? ve bundan sonra benim atalarım hakkında ileri geri konuşma... İşte durum bundan ibaret. 17 sene sonra bir ağustos sabahı uyanıp 1 aylık ömrünüz olduğunu bilseniz siz ne yapardınız? Ağustos böceğinin alnına sürülmüş olan bu lekeyi çıkarttığıma göre artık yaz aylarında rahat edebiliriz. :) - Ayşe teyze gibiyim mübarek, leke çıkartmakta üstüme yok. -

Yorumlar

Adsız dedi ki…
Ağustos böceği ile ilgili olarak yazdığınız yazı gerçekten çok güzel. Ben de planet earth belgesellerinden "mevsim ormanlarını" izlerken benzer bir hassasiyetle bir yazı kaleme aldım. Yazarken malzeme toparlamaya çıktım. Sizin yazınızla her ne kadar sonradan karşılaşmışsam da böylesine güzel bir tevafuk beni fazlası ile memnun etti. Ben hafif mizahi ele aldım konuyu dilerseniz bakınız.

http://edebiyasam.forumlari.net/edebiyasam-forum-22.html&sid=7d985b43e6abc93e1ad480d96423f060


Sağlıcakla kalın.

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yazılımı Oluşturan Bileşenler Nelerdir?

Yazılımı oluşturan bileşenlerden daha önce söz etmiştik. Şimdi bu bileşenlerin neler oldukları üzerinde biraz duralım. Yazılımı oluşturan bileşenler = Mantık + Veri + Belge + İnsan + Program. Bu bileşenlerin az çok neler olduğunu, neleri kapsadığını biliyoruz ama biz yine de kıyısından köşesinden açıklayalım. Zaten bu yazıdaki asıl amaç yazılım bileşenlerinden belgelemenin yerini ve önemi (dökümantasyon) vurgulamak. Mantık = Yazılım herşeyden önce bir işin bilgisayar aracılığı ile yapılması amacına yöneliktir. Bu nedenle bilgisayarlaştırılmak istenen işin mevcut mantığı bir şekilde yazılıma da yansılıtılmak zorundadır. Veri = Her tür yazılım mutlaka bir veri üzerinde çalışmak durumundadır. Veri işlemeyen yazılımın geliştirilmesi söz konusu değildir. Söz konusu olan veri dış ortamdan alınabileceği gibi yazılımın içerisinde de üretilebilir. Zaten yazılımın temel amacı veriyi bilgiye dönüştürmektir. İnsan = Doğal olarak yazılımın insan bileşeni iki boyutludur. Yazıl

Leyse li'l-insâni illâ mâ seâ

"Leyse li'l-insâni illâ mâ seâ" derken Hudâ; Anlamam hiç meskenetten sen ne beklersin daha? Mehmet Akif Ersoy / Durmayalim Leyse li'l-insâni illâ mâ seâ : Necm Süresi 39. Ayet. [İnsan için ancak çalıştığı vardır.] Meskenet: 1 . Miskinlik, beceriksizlik. 2 . Yoksulluk, fakirlik. (Türk Dil Kurumu) Olay zaten yeterince acik. Yan gelip yatma kardesim. Calis. Bu misralar yazildigi donemde bu anlami tasiyordu fakat zaman ilerledikce baska bir gercegi de gozler onune seriyor.Gerci bu gercek cok kapsamli bir kac satirla anlatilabilecek bir sey degil kaldiki benim bilgim de buna yeterli degil zaten. Ben giris cumlelerini verebilirim gerisini arastirmak yaziyi okuyanlara kalmis. (Matrix gibi bisey oldu bu yaw. Neo'nun kahinle bulusup yanindan ayrildiktan sonra Morpheus ile konusma sahnesi.) Yani kisaca sunu demek istiyorum. Ben bu misrayi ilk okudugumda hic birsey anlamadim. Bu misralari anlayabilmek icin kuran mealine ve turkce sozluklere bakmak zorunda k

Yunus sen bu dünyaya niye geldin?

Göçtü Kervan Ah nice bir uyursun uyanmaz mısın Göçtü kervan kaldık dağlar başında Çağrışı tellallar inanmaz mısın Göçtü kervan kaldık dağlar başında Emr-i hac göçeli hayli zamandır Muhammed cümleye dindir imandır Delilsiz gidilmez yollar yamandır Göçtü kervan kaldık dağlar başında Yunus sen bu dünyaya niye geldin Gece gündüz Hakkı zikretsin dilin Enbiyaya uğramaz ise yolun Göçtü kervan kaldık dağlar başında Yunus Emre