Ana içeriğe atla

Ölülerinizi gömmeyin. Bize getirin. Değerlendirelim (!)

Çok sevdiğiniz amcanızı veya teyzenizi kulağınıza küpe olarak takmak ister miydiniz? Amcalarım, ölülerinizi kapınızdan alıyor, güzelcene yakıyor (dikkat: yıkamıyorlar yakıyorlar) ve küllerinden elmas yapıp size veriyorlar. "Küllerinden yeniden doğmak" deyimi bu olsa gerek... Jenna: Kullağındaki küpe ne güzelmiş. Tylor : Saol. Anneannemin küllerinden yaptık. Beğendin mi? Senin anneannen ne zaman ölüyo? http://www.lifegem.com/ Bu meslek dalını (!) bi arkadaşımın bana gönderdiği maille öğrenmiştim. Buraya çilekli pasta yapıyorum.

KUYUMCU VİTRİNİNDEKİ CESET Yeryüzünün en kıymetli ve ışıltılı tüneline bir kara tren gibi dumanlarımı savura savura girerken,bir an önce tünelden çıkıp Beyazıt’a varmaktan başka bir şey düşünmüyordum. Kapalı çarşıyı efsanevi bir ticaret dehlizi olmaktan çıkartıp,kestirme bir yola dönüştüren ilk kişi ben değildim. Bu kadar hızlı yürüyorsam, randevuma yetişmek isteğimden, bu kadar çok duman çıkartıyorsam,sıkıntı ve telaşımdandı. Oysa tünelin iki yanında sıralanan kuyumcu vitrinleri o kadar ışıltılıydı ki, tünelin ucundaki aydınlık bu ışıltının yanında kararmış bir sini gibi kalıyor. Kapalıçarşı, içine girme gafletinde bulunmuş esirlerini bir türlü bırakmıyordu. Aslında tecrübeli ve tedbirliyim. Fakat nasıl olduysa oldu,vitrinlerin cazibesine kapılıp gecikme korkusuyla sağa sola bakmadan hızla ilerlerken,gözüm bir tabelaya takıldı: “CAN ELMASI” Bir an önce tünelin ucuna varmaya çalışırken,bu iki kelime randevumu iptal etmeye yetti ve elimden tutup, kuyumcu vitrininin önüne getirdi. Dünyanın en değerli taşlarıydı elmaslar… Olağanüstü parlaklıklarını ışığı kırma güçlerinden alıyorlardı. Beyaz ışığı içlerinde renklerle ayırıyor, gökkuşaklarından kolyeler yapıp kuğuların boyunlarına takıyor, yeryüzünün bütün taşlarını kıskançlıktan çatlatıyorlardı. İlk defa elmas görüyor değildim. Katışıksız karbondan oluştuğunu jeoloji,bitmeyen aşkın simgesi olduğunu edebiyat derslerinden öğrenmiştim. Kıratla ölçüldüklerini ve bir kıratın 200 miligram geldiğini de ansiklopedilerden. Elmasın bilinen en sert doğal madde olduğu da malumatlarım arasındaydı. Hepsi bu. Ha bir de rahmetli babaannemin anneme düğün hediyesi olarak verdiği yaprak şeklindeki yaka iğnesinin üzerindeki elmas parçacıklarını hatırlıyorum. Ama bunlar değil beni kuyumcu vitrininin önüne altın bir çivi gibi çakan. Önce iki kelime:”CAN ELMASI” Sonrada ışıl ışıl elmaslar arasında mat bir cümle: “SEVDİKLERİNİZİN KÜLLERİNDEN MÜCEVHER YAPIYORUZ!” Vitrindeki cümle yalnız mat değil, zehirliydi de. Dikkat çekmeye yarayan bir reklem cümlesi olduğunu sandım önce. Ta ki kuyumcu kapıyı açıp içeri davet edene kadar. Meğer vitrindeki kolyeler, yaka iğneleri, küpeler ve yüzükler insan cesetlerinden yapılıyormuş. “Lifegem” isimli bir Ameriken şirketi ölü bedenlerin yakılmasından elde edilen küllerden elmas üretiyormuş. Bu küllerden en az 200 gramlık bir bölümü yüksek ısıya tabi tutuluyor, karbon atomları ‘yakalanıp’ yüksek basınç ile yuvarlak,kare,dikdörtgen şeklinde takılara dönüştürülüyormuş. Elmaslar genelde sarı renkte oluyor, şayet cesetlerde yüksek oranda bor varsa mavi renkli takılarda yapılabiliyormuş. Her insanın kül özelliği farklı olduğundan her takı ‘biricik’ oluyor,bu yüzden de fiyatları 3-13 bin dolar arasında değişiyormuş. Lifegem şirketi ürettiği takıları American Gemological Institute ve European Gemological Institute gibi ‘mücevherbilim’e hizmet eden kuruluşlara gönderiyor,cesetlerden yapılan elmasarbunlarda kontrol edilip sınıflandırılıyor ve sertifikası veriliyormuş. Böylece mücevherler ömür boyu, kişiye özel ve garantili oluyormuş! Bir cesetten 100 takı çıksa da, ölülerin elmas olabilmesi için üzerlerinde altı ay çalışılması gerekiyormuş. Şirketin kurucusu Rust Vanden Biesen; “Acı çeken insanlara yardımcı olmak için bu işe girdim. İşimi seviyorum, artık ölülerinizin cenaze ve defin stresiyle uğraşmayacaksınız.”demiş, bir açıklamasında.

Can Elması’nın saflığı 0,25’le 1 kırat arasında değişiyormuş. Şirket Arge çalışmalarıyla bu oranı 3 kırata çıkarmaya çalışıyormuş. O kadar sipariş almışlar ki, taleplere yetişemiyorlarmış. Bazı müşterilerin talebi üzerine hayvanlardan da elmas üretmişler. Here ne kadar halkı Müslüman olan ülkelerden henüz bir sipariş alamamışlarsa da,Avustralya,Kanada, İngiltere,Macaristan,Hollanda ve Güney Afrika’da şube açmışlar… “Bu kadar da olmaz!” dediğinizi biliyorum. Biliyorum yazdıklarım size inandırıcı gelmiyor. Ama inanın abarttığım bir şey yok. Lifegem adlı bir Amerikan şirketi var ve ölülerin küllerinden elmas üretiyor. İnsanlar (!) dünyanın bir çok ülkesinde sevdiklerinin küllerinden oluşan takıları boyunlarına, kulaklarına ve parmaklarına takıyorlar. Tabii henüz Lifegem’in Kapalıçarşı’da bir şubesi yok. Belki de cesetlerden yapılan elmaslar tezgah altında satılıyordur. Kış geldi. Lapa lapa kar yağıyor. İstanbul’un bir çok sokağında kar ve buz yüzünden yürünemiyor. Kestirmeden Beyazıt’a çıkmak istiyorum Kapalıçarşı’dan. Kuyumcu vitrinlerinin önünden geçerken bir titreme alıyor beni. Kışın şiddetinden değil üşümem. A.Ali URAL

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yazılımı Oluşturan Bileşenler Nelerdir?

Yazılımı oluşturan bileşenlerden daha önce söz etmiştik. Şimdi bu bileşenlerin neler oldukları üzerinde biraz duralım. Yazılımı oluşturan bileşenler = Mantık + Veri + Belge + İnsan + Program. Bu bileşenlerin az çok neler olduğunu, neleri kapsadığını biliyoruz ama biz yine de kıyısından köşesinden açıklayalım. Zaten bu yazıdaki asıl amaç yazılım bileşenlerinden belgelemenin yerini ve önemi (dökümantasyon) vurgulamak. Mantık = Yazılım herşeyden önce bir işin bilgisayar aracılığı ile yapılması amacına yöneliktir. Bu nedenle bilgisayarlaştırılmak istenen işin mevcut mantığı bir şekilde yazılıma da yansılıtılmak zorundadır. Veri = Her tür yazılım mutlaka bir veri üzerinde çalışmak durumundadır. Veri işlemeyen yazılımın geliştirilmesi söz konusu değildir. Söz konusu olan veri dış ortamdan alınabileceği gibi yazılımın içerisinde de üretilebilir. Zaten yazılımın temel amacı veriyi bilgiye dönüştürmektir. İnsan = Doğal olarak yazılımın insan bileşeni iki boyutludur. Yazıl

Leyse li'l-insâni illâ mâ seâ

"Leyse li'l-insâni illâ mâ seâ" derken Hudâ; Anlamam hiç meskenetten sen ne beklersin daha? Mehmet Akif Ersoy / Durmayalim Leyse li'l-insâni illâ mâ seâ : Necm Süresi 39. Ayet. [İnsan için ancak çalıştığı vardır.] Meskenet: 1 . Miskinlik, beceriksizlik. 2 . Yoksulluk, fakirlik. (Türk Dil Kurumu) Olay zaten yeterince acik. Yan gelip yatma kardesim. Calis. Bu misralar yazildigi donemde bu anlami tasiyordu fakat zaman ilerledikce baska bir gercegi de gozler onune seriyor.Gerci bu gercek cok kapsamli bir kac satirla anlatilabilecek bir sey degil kaldiki benim bilgim de buna yeterli degil zaten. Ben giris cumlelerini verebilirim gerisini arastirmak yaziyi okuyanlara kalmis. (Matrix gibi bisey oldu bu yaw. Neo'nun kahinle bulusup yanindan ayrildiktan sonra Morpheus ile konusma sahnesi.) Yani kisaca sunu demek istiyorum. Ben bu misrayi ilk okudugumda hic birsey anlamadim. Bu misralari anlayabilmek icin kuran mealine ve turkce sozluklere bakmak zorunda k

Yunus sen bu dünyaya niye geldin?

Göçtü Kervan Ah nice bir uyursun uyanmaz mısın Göçtü kervan kaldık dağlar başında Çağrışı tellallar inanmaz mısın Göçtü kervan kaldık dağlar başında Emr-i hac göçeli hayli zamandır Muhammed cümleye dindir imandır Delilsiz gidilmez yollar yamandır Göçtü kervan kaldık dağlar başında Yunus sen bu dünyaya niye geldin Gece gündüz Hakkı zikretsin dilin Enbiyaya uğramaz ise yolun Göçtü kervan kaldık dağlar başında Yunus Emre