Ana içeriğe atla

İlan-ı Veda...! ! ! ! ! !

Saldım Seni Deryalara; Nasıl başlayacağımı bilmeden geçtim ekran karşısına, ipin hangi ucundan tutulur bilmem böyle zamanlarda. Hisleri yazıya dökmek hiç bu kadar zor gelmemişti bana ve hiç bu kadar anlamsız bir hayatım olmamıştı son zamanlar... Yanlış zamanları yaşamak ne zor; içimdeki seni bile koruyamadım bak... Kendimi sorguladığım bir vakitti, bana gönderdiklerini okuduğum an... Her bir sevgi sözcüğünden, bir kolye yaptım kendime; hiç çıkarmamak adına ve yüzlerce kolyem var boynumda senden armağan, avuçlarıma doldurduğum gülüşlerinse hala sıcacık; kaybetmek korkutuyor beni: Çünkü bir umuttu bana gülüşlerin; karanlığın ortasına açılan bir ışık, çıkmazlardaysa bir kapı. Sen, yeniden sevmeyi öğreten; sen, hayatımın en anlamlı son perdesi... İpin hangi ucundan tutulur bilmem böyle zamanlarda; hiç tutabileceğim bir ipim olmadı benim. Ben at üzerinde koştururken, dizginler hep başkalarındaydı... Oysa ne çok sahip olmak istedim, ne çok yön vermek istedim yaşantıma... İpin hangi tarafı daha çok acıtır bilemedim... Hep ucunu gösterdiler bana; ben onları tutmaya odaklanırken ne çok yuvarlandım, ne çok düştüm hayat yolundan; kanayan yaralarımı silen dahi olmadı... Her seferinde fırlattı üzerinden hayat beni... Ne “at” sevebilmişti beni; nede ben kendimi... Öyle zamanlarda tanıdım seni, armağan ettiğin kolye hala boynumda, hiç çıkarmadım... Böyle benimsedim sevgini, belki gerçekleşmeyecek bir hayal ürünüydü ama; ben o hayali çok sevdim... Şimdiyse biz bizden çok uzakta... Ne kadar istesem de sevdana cevap veremiyorum... İhtiyaç duyduğun anda bile yanında değilim, olamıyorum... Olmak istemediğimden değil bu, dizginleri kavrayamadığımdan, haklıydın oysa; insan sevdiğinin yanında olmalıydı, bu bir sebep değildi, ama binlerce sebep tutuşturdular elime, hangi yola baksam sensizlik, hangi parçayı dinlesem ayrılık, hangi yöne çevirsem gözlerimi; göremiyordum ki seni...Oysa bir gülüşüne binlerce ömür feda etmek isterdim, gözlerindeki bir ışıltıyı yakalamak için, güneşten bile vazgeçerdim... Olmuyor be gülüm; olmuyor...! Sen orda bir haber diye üzülüp beklerken, ben burada haber verememenin sıkıntısını yaşıyorum... Sen sesimi duymak isterken, bense gözlerini arıyorum, bütün bunlar yetmezmiş gibi; birde hayatın zorlukları, baskıları biniyor üzerime... Bunları hak etmedin biliyorum, en çok seni üzdüğüm için kendime kızıyorum, hani diyorum ya keşke istemekle olsaydı, inan çektiğin acıları, yalnızlıkları ve hatta tüm sıkıntılarını, yudum yudum içmek isterdim... Sana, içimdeki varolan sevgi selinden bir köprü inşa etmek isterdim... İstemekle olsaydı eğer; sana bu acıları hiç yaşatmamış olmayı isterdim... Ama artık seni sana armağan ediyorum... Bunu her ne kadar anlamasan da ve ben bunu ne kadar anlatmaya çalışsam da; bunun ne kadar acı vereceğini bilmiyorum sanma... Benimleyken daha büyük acılar çektiğini görebilecek kadar sağlam gözlerim; içimdeki seni; sensiz yaşatmanın zorluğunu bilerek, kabul ediyorum, oysa Pamuk Prenses ile onu uyandıran Prens misali bitmesini isterdim hikayenin, gözlerimi açtığımda ilk seni görmek isterdim; ama biz Leyla ile Mecnun olabildik ancak; uzaktan sevebildik birbirimizi... Sana daha fazla acı vermek istemiyorum artık... Çıkmazlarla dolu olan hayatıma seni ortak etmek istemiyorum... Ve bunu anlamanı beklemiyorum, henüz ben bile anlamış değilken! İsteğim acılarına son vermek ve tek bildiğim zaman geçtikçe bunun daha zor olacağı... Gözyaşı değmiş dudaklarınla bana; “bir daha arama” derken, haklıydın aslında... Çok düşündüm bende, kangren olan kolu kesmek mi? Yoksa vücudu kaybetmek mi? Hangisi daha zordu? seninle kalıp seni daha fazla yaralamaktı benim için zor olan... Bilsen, ne zor gitmen gerektiğini bile bile 'kal' demek sana... Ne zor, senin için bu dünyadaki mutluluğun beni hayatından silmek olduğunu bilmek... Üzülmeni, incinmeni asla istemediğim halde, bunu sana yaşatmak, mecbur olduğumuzu görmek ve sana bunları söyleyemeden 'arkana bakmadan git ' demek... ' Beni ne kadar çabuk unutursan, o kadar çabuk kavuşacaksın mutluluğa' demek sana bilsen ne zor... Beni çekip alıvermek yüreğinden; Sen hala yüreğimdeyken, ellerimi ellerinden çekmek; sıcaklığın hala tenimdeyken, yokluğuna alışmak ne zor... Beraber yürüdüğümüz yollarda, iki yabancı gibi karşılaşmak ve bakamamak gözlerine bilsen ne zor, senin için çarpan kalbime; sensizliği anlatmak ne zor... Senden serenat istemiştim hatırla; hatta “ilan-ı aşk”. Bak işte; ancak “ilan-ı veda” edebiliyorum sana, sevgimi duyurmak isterken milyonlara, düştüğüm bu durumda sadece acılarımı anlatabiliyorum; neden mi? İnan hiç bilmiyorum... Mutluluğumu duyuramadım ama; acımı herkes duysun istiyorum... Hak etmediğim bir mutluluktun sen; yıllar geçse de hak edemeyeceğim kadar büyük bir mutluluk olarak kalacaksın içimde... Biliyordum oysa; başka bir lezzet vardı senin tadında; hiç unutamayacağım, ama asla sahip olamayacağım bir mutluluk... Sevdan fazla büyüktü bana; ben içinde ufaldıkça ufaldım, alışkın değildim böyle sevilmeye; süt dökmüş kediye döndüm, bocaladım, şaşkına döndüm sarhoşluktan; oysa içmeyi sevmem, ama iliklerime kadar sarhoştum yanında, belki saçmalamam bu yüzden, bocalamam bu yüzden; işte tek anlayamadığın buydu senin, ya da benim anlatmayı beceremediğim... “ Eğer sevdiğin için bir şey yapamıyorsan; bunu yapacak birilerine bırak...” K.M.’nin bir sözünde buldum gerçeği... en büyük fedakarlıktır bu aslında... Sevdiğin için her şeye katlanmak, onun mutlu olabilmesi için salıvermek dünyaya... Ben bunu beceremedim sana karşı; senin gibi ender bulunan bir insanı kırdım; belki de daha fazlasını yaptım, kalbinden yaraladım... Kırık kalbini alıp, sana kalbimi vermek isterdim ama benimki yıllardır kırık... İşte balığım, avuçlarımdaydın uzun zamandır, rengin soldu ellerimde, üşüdün belki de, soluksuz kaldın, benimle gülemedinse de, benimle ağladın; ama yinede tüm yüreğini koydun, tüm çaresizliğine rağmen... Bu güzelliğe karşı yapabileceğim tek şey seni sorunlarından (kendimden) arındırabilmek... Şimdi yüzgeçlerinden, hiç doyamadığım gözlerinden öpüyorum seni, hadi ıslat bedenini, soğuk ve engin sularına koş, nefes al yeniden; bu “Derya” yı unut “Deniz” kalsın sadece yüreğinde, ama asla suçlama beni, arada bir kaldır başını, iyi olduğunu haber ver, sıkıldığında dök içindekileri, bende yazıyor olacağım burada hayata dair; ve ellerimde, son çırpınışından kalan birkaç değerli pullarınla avunuyor olacağım... Ve her gün bakmaya doyamadığım gözlerin gelecek bana, ve ben her seferinde öpüp salacağım seni, sonsuz derin okyanuslara... Her şeye rağmen bari sen mutlu ol şeker; denizler senin olsun, kocaman yüreğin kadar, kocaman deryalar seni bulsun... Senden son dileğimdir affetmen beni, affet bebeğim, affet bir tanem, lütfen affet; ben kendimi affetmesem de... Gün gelecek deniz kadar sevgim okyanus olacak, elbet bebeğim, inci tanem; seni saldığım deniz, mahşerde ikimizin olacak... Elveda gül yüzlüm, güzel gözlüm elveda sana, elveda senle gelen tüm güzelliklere... “Severken ayrılmak zorunda olanlara ithaf olunur...” Zaman durdu şimdi; artık atılacak bir tarihte yok, geçmişten avuçlarımda kalan; akıttığım göz yaşlarımdı bak kurudu şimdi; bırak göz yaşlarını artık gözlerim bile yok...! ! ! ! ! ! ! ! Gülay Morgül http://www.antoloji.com/siir/siir/siir_SQL.asp?sair=13811&siir=172552

Yorumlar

Adsız dedi ki…
Oy Oy Oyy

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yazılımı Oluşturan Bileşenler Nelerdir?

Yazılımı oluşturan bileşenlerden daha önce söz etmiştik. Şimdi bu bileşenlerin neler oldukları üzerinde biraz duralım. Yazılımı oluşturan bileşenler = Mantık + Veri + Belge + İnsan + Program. Bu bileşenlerin az çok neler olduğunu, neleri kapsadığını biliyoruz ama biz yine de kıyısından köşesinden açıklayalım. Zaten bu yazıdaki asıl amaç yazılım bileşenlerinden belgelemenin yerini ve önemi (dökümantasyon) vurgulamak. Mantık = Yazılım herşeyden önce bir işin bilgisayar aracılığı ile yapılması amacına yöneliktir. Bu nedenle bilgisayarlaştırılmak istenen işin mevcut mantığı bir şekilde yazılıma da yansılıtılmak zorundadır. Veri = Her tür yazılım mutlaka bir veri üzerinde çalışmak durumundadır. Veri işlemeyen yazılımın geliştirilmesi söz konusu değildir. Söz konusu olan veri dış ortamdan alınabileceği gibi yazılımın içerisinde de üretilebilir. Zaten yazılımın temel amacı veriyi bilgiye dönüştürmektir. İnsan = Doğal olarak yazılımın insan bileşeni iki boyutludur. Yazıl

Leyse li'l-insâni illâ mâ seâ

"Leyse li'l-insâni illâ mâ seâ" derken Hudâ; Anlamam hiç meskenetten sen ne beklersin daha? Mehmet Akif Ersoy / Durmayalim Leyse li'l-insâni illâ mâ seâ : Necm Süresi 39. Ayet. [İnsan için ancak çalıştığı vardır.] Meskenet: 1 . Miskinlik, beceriksizlik. 2 . Yoksulluk, fakirlik. (Türk Dil Kurumu) Olay zaten yeterince acik. Yan gelip yatma kardesim. Calis. Bu misralar yazildigi donemde bu anlami tasiyordu fakat zaman ilerledikce baska bir gercegi de gozler onune seriyor.Gerci bu gercek cok kapsamli bir kac satirla anlatilabilecek bir sey degil kaldiki benim bilgim de buna yeterli degil zaten. Ben giris cumlelerini verebilirim gerisini arastirmak yaziyi okuyanlara kalmis. (Matrix gibi bisey oldu bu yaw. Neo'nun kahinle bulusup yanindan ayrildiktan sonra Morpheus ile konusma sahnesi.) Yani kisaca sunu demek istiyorum. Ben bu misrayi ilk okudugumda hic birsey anlamadim. Bu misralari anlayabilmek icin kuran mealine ve turkce sozluklere bakmak zorunda k

Yunus sen bu dünyaya niye geldin?

Göçtü Kervan Ah nice bir uyursun uyanmaz mısın Göçtü kervan kaldık dağlar başında Çağrışı tellallar inanmaz mısın Göçtü kervan kaldık dağlar başında Emr-i hac göçeli hayli zamandır Muhammed cümleye dindir imandır Delilsiz gidilmez yollar yamandır Göçtü kervan kaldık dağlar başında Yunus sen bu dünyaya niye geldin Gece gündüz Hakkı zikretsin dilin Enbiyaya uğramaz ise yolun Göçtü kervan kaldık dağlar başında Yunus Emre